“Emeklerim uzun uzun yalnızlık saatlerimi şenlendirdi ve beni, eski sevecen yüzünü benden çevirmiş olan bir dünyadan çıkarıp imgelem ve güçle ışıldayan bir dünyaya yükseltti. Okurlarım büyük mutsuzluğu ve acıklı değişimi anlatışımda nasıl teselli bulabildiğimi soracaklar mı? Yaradılışımızın gizemlerinden biridir bu, benim üzerimde tam bir hâkimiyet kuran ve etkisinden kaçamadığım gizemlerden biri. Hikâyenin gelişimine kayıtsız kalmadığımı ve elimdeki malzemeden sadakatle aktardığım anlatının bazı bölümlerinde kederlendiğimi, hayır, kederlenmek de değil, acı çektiğimi itiraf ediyorum. Ama yine de insan doğası böyledir işte, aklın heyecanı benim için değerliydi, fırtınayı ve depremi, insanın fırtınalı ve yıkıcı hırslarını resmeden hayal gücü, gerçek üzüntülerimi ve sonsuz pişmanlıklarımı, o sahte üzüntü ve pişmanlıkları, acının ölümcül iğnesini çekip alan düşünceye büründürerek yumuşattı.”
Bir dergide
veya bir yerlerde görüp de merak edip okumaya başladığım “SON İNSAN” romanı
özellikle içinde bulunulan pandemi döneminde yaşanılan ruh halini yansıtması
açısından önemli ve “KLASİKLER” olarak nitelendirilen bir eser. Roman beni çok
etkiledi, sizin de beğenerek ve heyecanla okuyacağınızı düşünüyorum.
“Kara Ölüm” olarak
adlandırılan veba hastalığı 14. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar dönem dönem
Avrupa’dan Uzak Doğuya kadar geniş bir coğrafyayı etkisi altına aldı ve
milyonlarca kişinin ölümüne sebep oldu.
Yazar özellikle 17. ve 18 yüzyıllarda yoğun şekilde gelişen bu salgından
esinlenerek eserini kaleme almış.
Kitabın yazarı Mary Shelley 1797'de İnsan
hakları savunucusu Mary Wollstonecraft ile William Godwin'in kızı olarak
Londra'da dünyaya geldi. Çok genç yaşında şair Percy Bysshe Shelley'e âşık
oldu. Âşık olduğu şairin evli olması nedeniyle Cenevre'ye kaçan çift burada
ünlü şair ve yazarlarla tanışma fırsatı buldu. Bir hafta sonu en güzel korku
öyküsü yazma konusunda yapılan iddia ile o zaman henüz 19 yaşında olan Mary
Shelley gördüğü bir kâbustan esinlenerek ilk yapıtı olan Modern bilim kurgunun
da ilk eseri sayılan “Frankenstein'i” yazdı ve
yazarlık hayatı başlamış oldu. Kocası Percy Shelley'nin ayrılığına dayanamayan
eşi intihar etti ve Mary & Percy çifti bu olaydan 15 gün sonra 1816 yılında
evlendi. Çiftin üç çocuğu dünyaya geldi bunlardan ikisini kaybettiler. Çift
daha sonra İtalya'ya yerleşti. Mary eşini 1822 yılında bir deniz kazasında kaybetti
sonrasında hayatta kalan tek oğlu Peray Florence ile İngiltere'ye döndü.
Yazarın Edebi üslup açısından en iyi roman sayılan “Valperga” isimli eseri
1823'de, “Son İnsan” eseri de 1826 yılında basıldı. Mary Shelley 1851 yılında
beyin tümöründen 54 yaşında hayata veda etti.
Yazar ve Kitap;
Gotik Edebiyata özgü bilimkurgunun bir alt türü olan “apokaliptik”
romanın ilk modern örneği ve bu türün en önde gelen eseri sayılır. Vahiy ya da
gelecekle ilgili sırların aydınlığa kavuşturulması anlamındaki “apokalips” sözcüğünden türemiş olan apokaliptik, kurgu, salgın hastalık, nükleer savaş, sibernetik
ayaklanma, doğaüstü olaylar, çevre felaketi ya da başka afetler yüzünden
uygarlığın sonunun gelmesini irdeler.
Son
İnsan, bugün sıradan sayılacak kadar yaygınlaşmış bir konuyu, insanlığın yok
oluşunu ele alan ilk büyük romandır. Shelley, bir salgının Batı dünyasındaki
etkilerini Romantik dönemin akıcı üslubuyla dramatize eder ve gerçek kişilerin
yansıması olan zıt karakterler eksenindeki bir kurguyla aktarır. Romandaki
başlıca karakterler kısmen ya da tamamen Shelley'nin çevresindeki kişilerden
esinlenilmiştir. Örneğin doğal bir cennet arayışı içinde tanıdıklarını peşinden
sürükleyen Adrian, yazarın eşi Percy Bysshe Shelley'nin kurgulanmış
portresidir. Yunanlılarla savaşmak için İngiltere'den yola çıkan ve İstanbul'da
ölen Lord Raymond ise Lord Byron'ın yaşamından esinlenmiştir. Roman, yazarın
"seçkinler" diye adlandırdığı çevresini kaybetmekten duyduğu acıyı ve
dünyanın anlamsızlığını, bireyin tarihi yönlendirme gücünden yoksun oluşunu da
dile getirir. Shelley günlüğünde "Son İnsan’dan " alter ego'm, ikinci
benliğim, yoldaşlarımın benden önce ölmesiyle sevgili bir gruptan geri kalan
yadigâr" olarak söz eder.
Mary Shelley kitabına; romanın
kahramanı “Lionel Verney’in”, İngiltere Kraliyet
kademesinde devlet adamlığı yapmış babasının kraliyet ailesinden dışlanması, annesini
bu sıkıntılı zamanda terk etmesi ve bu sıkıntılara dayanamayan annesinin hayattan
kopmasını anlatarak başlıyor. Romanda Lionel Verney’in yaşadığı acılar,
babasızlık, anne sevgisinden mahrumiyet, küçük yaşta anne kaybetmenin yarattığı
boşluk, annesi öldükten sonra İngiliz Kraliyet ailesine tekrar dönüşü, orada
tekrar bir yer edinmesi, güzel cümlelerle uzun uzun anlatılıyor. Verney tüm
bunları yaşadığında ise henüz 5 yaşında. Kız kardeşinin kraliyet vekili
arkadaşıyla evlenmesi, Yunanistan’a oradan birçok Avrupa ülkesine sırf
idealleri için gidişi Romanda geçen ana temalardan. Kurduğu etkili ve akıcı
cümleler yazarın bu acıları ve sevgisizliği gerçek hayatında da yaşadığını gösteriyor.
Özellikle küçük kızının ölümünde çektiği ıstırabı eserde birebir görmek mümkün,
öyle ki eserdeki kahramanlardan birinin ölüm tarihini kendi kızının ölüm
tarihiyle birebir aynı tarih olarak belirtiyor. Yazarın yer yer kendi döneminde
ve daha önceki dönemlerde yaşamış, Yunan, İngiliz, İspanyol, İtalyan yazar ve
şairlerinden de alıntılar yaptığı eserinde, Yeni Ahit’ten de bolca alıntılar yapıyor.
Ayrıca Avrupa’da dolaştığı yerlerle ilgili yaptığı betimleme ve tasvirler son
derece etkileyici. 610 sayfalık kitabın ortasına kadar kendi çevresinde gelişen
savrulmuş hayatını, çektiği acıları, gençliğin getirdiği isyankâr tavrı, romanı
ortasına kadar bir zemine oturtup, bundan sonra da vebanın yayılması üzerinden
eserine devam ediyor. Vebanın aldığı canlar, hastalığın tüm Avrupa’ya ve
dünyaya yayılması, insanların dünyanın dört bir yanına savrulması mistik ve
bilimkurgu havasında anlatılıyor. Tüm Avrupa kıtasında gezip dolaşan, romanın
kahramanı Lionel Verney, en sevdiği dostunu, sevdiği kadını, kızını ve çevresinde
bulunan tüm kahramanların başından geçenleri; Romanın temel iç yapı unsurlarından bakış açısı ve anlatıcı düzleminin
kurmaca evrendeki görüntü düzleminde; “hâkim/
tanrısal/ ilahi bakış açısı üçüncü tekil (o) anlatıcı, kahraman/ ben bakış açısı
anlatıcı” olarak okuyucunun önüne seriyor. Kahramanlarının yaşadıklarını
duygu dünyasını, hislerini, olaylar karşısında takınabileceği tavrı ve
bulunabileceği davranışı birebir anlatarak romanda heyecan ve akıcılık
sağlıyor. Birkaç örneğini vereceğim o kadar mükemmel ve vurucu cümleler kuruyor
ki yazar, bu kalite ve içerikte cümle kurmak günümüz yazar ve sairler için
ulaşılması biraz zor bir başarı denilebilir. Edebi dildeki mükemmelliğe
ilaveten, heyecan, macera, tarih ve drama hazırsanız kesinlikle okumanızı
tavsiye ediyorum. Romanın sonunu özellikle anlatmadım. Sadece, son derece dramatik
diyebilirim. Bu arada yazar eserin birkaç yerinde Türkiye, Türkler ve İstanbul’dan
da bahsediyor. Bu bölümlerde biraz taraflı olduğu söylenebilir. Sonuçta bu
durum yazarın kendi bakış açısı ve pek de üzerinde durulmaması gereken bir konu.
Son olarak roman, 2100 yılına gelip dayanıyor.
Romanın
bir yerinde yazar, Calderon de la Barca, “Hayat Bir Rüyadır”, kitabından bir
alıntı şiir aktarıyor ve şöyle sesleniyor yeryüzünde gördüğü çarpıklığa;
“Her taş bir piramidi yükseltir,
Ve her kat bir binayı,
Her bina yüksek bir mezardır,
Her asker ise canlı bir iskelet “
Yazar, romanın bir diğer yerinde ise kahramanlarından birini şu çarpıcı cümleyle tarif ediyor; “Düşüncesi yüceydi, soyluydu, ama bütün bunların da ötesinde, alçakgönüllü tutumu, erdemli bir davranışta bulunduğunu göstermeyi aklından bile geçirmeyişi insanı kat kat fazla duygulandırır nitelikteydi. “
“Fransa’nın
içinde yol alırken ilerleyişimize damgasını vuran son olaylar öyle görülmemiş
bir dehşetle ve öyle ümitsiz bir ıstırapla doluydu ki, üzerinde uzun uzun
durmaya cesaretim yok. Her olup biteni en ince ayrıntılarıyla açıp gözler önüne
serecek olsam, en küçük anların her bir parçasına, en önemsiz kelimesi bile körpe
damarlarındaki kanı donduran yürek parçalayıcı birer hikâye sığar. Yok olmuş
insan soyunun anıtını sana ders olsun diye dikersem, bu doğru bir şey olacak.
Ama bu, ne hastane koğuşlarında seni peşimden sürükleyeceğim anlamına gelir ne
de ceset odalarının gizli bölmelerinde dolaştıracağım demektir. Bundan
dolayıdır ki, hikâye hızla gelişip ilerleyecek. Perişan görüntüleri, çaresizlik
sahneleri, ölümün kazandığı son zaferin geçit alayı gelip geçecek gözlerinin
önünden, ama kuzey rüzgârının göğün lekelenmiş ihtişamında önüne katıp sürdüğü
hafif, uçuşan bulutların hızıyla. “
İyi Okumalar Dilerim.
Ankara 2020
DİPNOTLAR;
Kaynak; Mustafa KELEŞ, “HAYATTAN”,
13.07.2019
Kaynak; Son İnsan, Can
Yayınları, 2013 Birinci Baskı
Kaynak; Veysel ŞAHİN, “Romanda
Bakış Açısı ve Anlatıcı Düzlemi”, AĞÇA Yayınları
Gönderen cahitkck
Etiketler: görsel, resim, yazı, makale acz, blog, cahit, dergi, foto, fotoğraf, kısakürek, kitap, mavera, musab, necip fazıl, nfk, şiir, wordpress iletişim formu, yavuzsultan, yazar, yazı hikaye, yazılar, zarifoğlu
© Copyright 2010 Cahit Küçük
Bu sitede yayınlanan tüm içerik hakları
"Cahit Küçük'e aittir."
©2010 - © Copyright 2010 Cahit Küçük | Template by Abu Farhan