MAVERA DERGİSİ
Mavera Dergisinin Tüm Sayıları
Burada...
(İndirmek için ilgili ayın üzerine tıklayın gelen dosyayı kaydet deyin.
Tüm SayılarPDF Formatındadır.)
Devam Edecek...
-----------------------------------------------
Cahit Zarifoğlu'nun Hayatı...
Türk şiirinin en "zarif" abisi olarak niteleyebileceğimiz
eşsiz şair Cahit Zarifoğlu tüm hayatını yalnızlığın kıyısında, inandığı şeyler
uğrunda savaşarak geçirmiştir. Daha çocuk yaşta babasıyla manevi bir kopuş
yaşamış, gençliği oradan oraya savrularak geçmiştir. Henüz 47 yaşında hayata
gözlerini yuman şair, etkili diliyle şiir sanatında saygıyla anılmıştır.
Kederli bir roman tadında yaşayan Cahit Zarifoğlu'nu galerimizde yer alan bilgilerle
bir daha seveceksiniz...
Babasının annesinin üzerine bir başka kadınla evlenmesini bir türlü
kabullenemeyen şair ömrü boyunca babasına karşı sert ve soğuk olmuştu. Daha
küçücükken babasızlığı tadan şair ondan sadece 1,5 yaş büyük olan abisi Sait'i
baba olarak bildi. O kadar ki Sait artık evde "Baba Sait" olarak
anılmaya başlamıştı.
Şair hayatının büyük
çoğunluğunu yalnız ve insanlardan kaçarak geçirmişti. Çocukluğundan itibaren
ayakta kalmaya ve yıkılmamaya çalışan şair kimseye muhtaç olmamak için kopan
düğmelerini kendi diker, kendi yaptığı yemeklerle bazen dostlarına ziyafet
verirdi. Her şey öğrenilmeliydi, yalnız kalan anneye yük olunamazdı!
Cahit o kadar durağan ve içine kapanıktır ki, bu durum okulda onun
hakkında “aşk acısı çekiyor ondan böyle suskun” dedikodularına sebep olmaya
başlamış, Cahit’in hastalıklı hali arkadaşları arasında da sürekli konuşulur
hale gelmişti. Aslında Cahit bütün bir insanlıktan kaçma uğraşı içindedir. Bir
bilge gibi sürekli sakin ve suskun olması bir süre sonra dostlarının onu
“Aristo” olarak çağırmaya başlamasına neden olacaktır. Cahit artık “Aristo Cahit” olarak anılmaya başlamıştır.
Evde kimse kalmayınca radyodan klasik batı müziği eserleri dinleyip
küçücük bir odada ruhunu arayan şair, dostlarıyla buluştuğu demlerde ise çok
ilginç bir şekilde güreş topluluğuna katılıp güreş tutardı. Yine bir güreş
buluşmasında oradaki arkadaşları arasında en güçlü ve kalıplı olan Halil’le
eşleşmişti. Rasim, Alâeddin, Erdem hepsi Halil’in Cahit’i ilk hamlede alaşağı
edeceğini düşünüyordu. Ancak soyadı gibi zarif olan şair incelikli bir teknikle
Halil’in sırtını yere getirmişti. Ve yıllar sonra bu hikâyeyi anlatan Alâeddin
Özdenören “Cahit şiir gibi güreş tutardı.” diyerek dostunu güreş konusunda bir
kez daha onurlandıracaktı.
Cahit’in tek tutkusu güreş değildi, o hep bulutlarla dans etmek istedi.
Kuşlarla birlikte uçmak, gökkuşağına doğru hareket etmek, sonsuz mavilikte
süzülmek… Göğün eşsiz cazibesi onu Maraş’tan kaçmaya zorladı ve Cahit lise
ikinci sınıfta ötesini düşünmeden bavulunu eline alarak Eskişehir’e doğru yol
aldı. En büyük hayali olan “Pilotluk” gayesine ulaşmak istiyordu. O dönemler
Türk Kuşu Derneği, başvuran adaylar arasından yetenekli olanları seçiyor ve
ücretsiz olarak uçuş kursu veriyordu. Cahit artık bir planörün koltuğunda
göklerin hâkimiymişçesine süzülebilecekti. Eğitim alıp uçak kullanabilir düzeye
gelen Cahit son bir sağlık kontrolüne girer ve bu kontrol uçuş kariyerinin sonu
olur. Kontrolde Cahit’in gözünde ve kulağında rahatsızlık olduğu bu yüzden de
uçak kullanma ehliyeti alamayacağı anlaşılır. Cahit’in kanatları
kırılmıştır…Kısa süren uçuş serüveni beraberinde birçok sorunu ve daha derin
yalnızlıkları doğurur. Okuldan kaçış sınıf tekrarını beraberinde getirmiş,
Cahit’in tam üç yılı böylelikle buhar olup gitmiştir. Cahit arkadaşlarından üç
yıl sonra liseden mezun olabilmiş ve ne ilginçtir bu süreçte edebiyat dersinden
tekrara düşmüştür. Daha sonradan edebiyat kitaplarına konu olan bir şair,
edebiyat dersinden sınıfta kalmıştır.Lisenin bitimiyle birlikte de İstanbul’a
gelerek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı
Bölümü’ne yazılır. Cahit gene uslu durmayacaktır, insanlardan belki de
kendinden kaçacaktır. Öyle ki üniversiteyi tam on yılda bitirebilir ve on yıl
sonra diplomasına kavuşur. Üniversite onun için oldukça sıra dışı ve dingin bir
süreç olacaktır. Yazın evine dönmeyen şair bir kayıkçının yanında ücretsiz
çalışarak zaman öldürürken, bir başka yaz tatilinde ise otostopla Avrupa’yı
gezmeye başlar. Bu gezinti daha sonra bir Volkswagen arabayla devam eder.
Bazen kişiliğine göre oldukça
işe imza atan şair dönemin en bilinen şairlerinden Cemal Süreya’ya bir
mektup yazar. Cemal Süreya bu sırada Paris’tedir. Bu mektupta şöyle bir soru
sormaktadır Cahit, Cemal Süreya’ya: “İstanbul’a döndüğünüzde sizinle ev tutup
birlikte oturabilir miyiz?”. Paris’te bunaltılı bir ruh haliyle yaşayan Cemal
Süreya tanımadığı bu genç adamın mektubunun ölçüsüz olduğunu düşünerek cevap
vermez. Ancak Zarifoğlu öldükten sonra kaleme aldığı günlüğünde onunla ve
yolladığı mektupla ilgili şunları söylemektedir:
“Cahit Zarifoğlu ölmüş. Bugünün adı bu olacakmış. ... İyi şairdi. İlk
şiirleri de iyiydi. (Sezai) Karakoç çevresinden. Daha yüz yüze gelmeden,
1962’debana, Paris’e bir mektup yollamıştı. Adresimi Sezai (Karakoç)’tan almış.
Saklamamışım o mektubu.
Zarifoğlu, o sıra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili
ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci. Yurtlardan sıkılmış herhal, İstanbul’a
dönüşümde, birlikte ev tutup oturmayı öneriyordu mektubunda. Bende bir tuhafım
o günler. Bir ölçüsüzlük görmüştüm bu öneride. O ara otuz yaşı dönmüşüm. İyi
sayılan bir aylığım var. Ne yani, bu çocuk öğrenci hayat koşuluna mı indirmek
istiyor beni?
Dönüşte yeniden tanıştık. Zaman zaman vapurda, yolda, Sezo’nun (Sezai
Karakoç) evinde bürosunda rastlaştıkça konuşurduk, (ama her şeyden)…”
Cahit, Necip Fazıl’ın evinde bir sohbet meclisindedir. Herkes pür
dikkat üstadı dinler ama yerinde duramayan Cahit ayağa kalkar ve evin içinde
dolaşmaya başlar. Necip Fazıl’ın kitaplığına bakan, plaklarını karıştıran şair
“Aristo”dan sonra ikinci lakabını Necip Fazıl’ın nüktedan sözleriyle alacaktır.
Cahit’in evin içinde dolaştığını ve kitapları karıştırdığını gören Necip Fazıl
ona şunları söyler: “Yahu burada muhteşem bir konservarken sen notalarla meşgulsün
artist.”
“Artist” söylemi Nuri Pakdil tarafından da daha sonra tekrar dile
getirilecek, Nuri Pakdil “Yedi güzel adam içerisinde en artist mizaçlı kişi
Cahit Zarifoğlu’ydu.” diyecektir.
Güreş, müzik, uçuş ve daha nice alanda kendini geliştiren şair çeşitli
çizimlere de imza atardı.
Cahit Zarifoplu artık sanatının meyvesini verir ve ilk şiir kitabı olan
İşaret Çocukları’nı baskıya yollar. Ancak bu kitap ekonomik anlamda onun çöküşü
olacaktır. Tüm parasını İşaret Çocukları için harcayan şair maalesef bu
meyvenin tadına bakamaz. Zira çok az kısmını dağıtabildiği kitabının büyük bir
kısmını aracı olan bir arkadaşının dayısının yazıhanesine bırakmıştır. Emaneten
bıraktığı kitapları birkaç ay boyunca almayan şair, bir süre sonra kitaplarının
işgüzar dayı tarafından ısınmak için yakıldığını öğrenir. Genç şairin tüm
sanatı bir sobanın içinde küle dönüşmüştür…
İçinde sürekli yalnızlığı ve kimsesizliği taşıyan şair Necip Fazıl’ın
müdahalesi ile bu yalnızlıktan kopar ve artık hayatı bambaşka bir seyre giyer.
Üstat ona münasip bir eş bulmuştur. Bu eş üstadın hocası Abdülhakim Arvasi’nin
soyundan Berat Hanım’dır. Necip Fazıl’la birlikte Van’a yalnız bir kalple giden
Cahit, bu yolculuktan dolu bir kalple dönecek, kıyılacak nikâhta Cahit’in
şahidi Necip Fazıl olacaktır.
"Ey Berat hanım dersen ki
"Bu ne zalim adam
Halimi bilmez halden anlamaz
Küçük bir şeyi mesele yapar"
-Ne büyük yalan-
Doğrusu var hakkın
N’etsem n’apsam
Kollarını bilezik
Boynunu kordon
Ayağını hal hal donatsam
Yine hakkın kalır"
Çocuklarla inanılmaz derece iyi anlaşan şair bir anlamda çocuk kalan
yanını ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Çocuklara hediye olarak birçok masal
kitabı yazan şair sadece kendi çocukların değil tüm çocukların sevgilisiydi.
Öyle ki Erdem Beyazıt bu durumla ilgili “Bizim çocuklarımız bizden çok ona
yakındı.” diyecekti.
Cahit pankreas kanseridir. Elem dağları kurulmuştur gene tüm
sevdiklerinin kalbinde. Günden güne erir, bir süre sonra yataklar olur meskeni
şairin veya cehennemi. Sık sık dostları gelir ziyarete, onlara durumunun kötü
olduğunu belli etmek istemez. Cahit, Rasim Özdenören’den fıkra anlatmasını
ister, çocuklara gülümser. Yine ölümün yaklaşmasının verdiği hüzünle ona
refakat eden Erdem Bayazıt’ın elinden tutar bir gün. “Erdem” der “Kırlarda
çiçekler artık bensiz açacak.”.
Hastalığı gittikçe ilerler şairin, acılar içinde uyumakta olduğu
yatakta aniden uyanır, bu sefer ona refakat eden Rasim Özdenören’dir. “Rasim”
der “Bir rüya gördüm, Necip Fazıl bana yirmi beş yıl sonra burada buluşacağız
dedi.”. Cahit yanlış duymuştur rüyasındaki zamanı, Rasim Özdenören’in
anlattığına göre yirmi beş yıl sonra değil, yaklaşık yirmi beş gün sonra vefat
eder şair. Tanrı ona bir mesaj vermiştir hayranı olduğu kişinin diliyle.Tam adı
Abdurrahman Cahit Zarifoğlu olan şair tüm benliğini isminin baş harfleriyle
"ACZ" ile sınırlamıştı. Sultan şiirinde bu durumu ifade eden şair
naiflikte ve tevazuda bir kez daha sınırları aşıyordu.
"Seçkin bir kimse değilim
ismimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı
diliyorum"
Ve tüm tabiat 7 Haziran 1987 günü büyük bir kedere boğulur. Çünkü artık
kırlarda çiçekler Cahitsiz açacaktır…
Abdurrahman Cahit ZARİFOĞLU