"Anlamak izafi bir kavramdır. Hayatımızın her safhasında yaşlandıkça değişen, farklılaşan veya zamanla bilmediklerimizi de içine alarak genişleyen bir idrak halidir. Şayet anlamak zihin işi olsaydı ve somut nedenlere dayansaydı, anladıklarımız değişmeyecek, sabit kalacak ve bizler de yaşam devrelerinde yanılmayacaktık. Hâlbuki yaşamımızın her safhasında tutku ile bağlandığımız, peşinden koştuğumuz, inandığımız nice konu ve mevzuların zamanla bizi yanılttığını, hayal kırıklığına uğrattığını veya anlayışlarımızın eksik olduğunu fark eder, bunu cahilliğimize sayarak işin içinden çıkmaya çalışırız.
Aslında bizim
anladığımız gibi somut bir oluşum yoktur. Hâlihazır durum bir yanılsama ve
görüntüden ibarettir. Etrafımızda gördüğümüz her şeyi somut olarak
algılamamızdaki neden, üçüncü boyuta ait bir bedenin kural ve prensipleri ile
sınırlı yaşamak mecburiyetinde oluşumuzdur. İşte bu mecburiyet ve zorunluluk
genelde anlayışlarımızı somut olarak algıladığımız zannı ve alışkanlığı
yaratmış ve yaratmaktadır. Hâlbuki bütün
oluşumlar düşüncenin şekillendirdiği enerjinin yapılanmasıdır. Bu yapılanma
ruhsal enerji ile bir bütünlük halindedir ve bu ikilem hertürlü canlılığın ve
var oluşların temelini oluşturmaktadır. Bundan dolayı etrafımızda gördüğümüz
her şey canlı olup bir şuura sahiptir. İrili ufaklı bu mahşeri canlılık ve
şuursallığın içinde algıların etkilerin ve tesirlerin önemi son derece
önemlidir. Nitekim bizler bu bütünlüğün bir parçası olarak içinde bulunduğumuz
bu âlemi, sezgilerimizle, algılarımızla ve hissettiklerimizle anlamaya çalışır,
bilgi ve bilincine sahip oluruz. Onun için içsel sesimizi, hislerimizi, duygularımızı
anlamaya ve onlara devamlı kulak vermeyi alışkanlık haline getirmemiz gerekir.
Yoksa bastırmak, susturmaya çalışmak ve önemsememek sonucu kendimizde gerçek
bir körlüğün oluşmasına sebep olabiliriz ki bu gelişim içinde olumsuz bir
durumdur…" 07.08.2011